Hayat Ayetleri - Unutmak ve Hatırlamak Arasındaki İmtihan
E-BOOK: Hayat Ayetleri - Unutmak ve Hatırlamak Arasındaki İmtihan
İçindekiler
Ayetlerle Konuşmak
Unutmak İmtihanı - Adem'in Hatırasında
Somuttan Soyuta Kaymak
Ayetlerin Sebep-Sonuç Sistematiği
Mizan - Dengenin Ayetleri
İsraf ve Haddi Aşmak
Zikir - Hatırlamak ve Kalbe Bağlamak
Modern Dünya ve Batılın İnşası
Kul Olmak - Mâlik Kim?
Ticaret, Aile ve Sosyal İlişkilerde Mizan
Tövbe ve Merhamet Kapısı
Gerçeği Seçmek - Sınavı Kabul Etmek
Sonuç: Ayetlerle Yaşamak, Unutmamak
Bölüm 1: Ayetlerle Konuşmak
Hayatın her anı aslında bir ayettir. "Ayet" kelimesi Arapça kökenli olup "işaret, delil, mucize" anlamlarına gelir. Kur'ân'da geçen ayet kelimesi bazen doğrudan yazılı vahiyleri ifade ederken, bazen de tabiat olaylarını, tarihî hadiseleri, insanın iç âlemindeki duyguları ve sezgileri de kapsar.
Kur’ân’da yaklaşık 3800 defa geçen bu kelime, Allah’ın kullarına hitap tarzının ne kadar kapsamlı olduğunu gösterir. Allah bazen bizzat yazılı ayetleriyle, bazen de olaylarla, insanlar aracılığıyla bize mesajlar gönderir. Nitekim Fussilet Suresi 53. ayette şöyle buyrulur:
"Biz, onlara hem dış dünyada (ufuklarda), hem de kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, onun (Kur’ân’ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?"
Bu ayet, hayatın içindeki olayların da birer ayet olduğunu açıkça ortaya koyar. Gördüğümüz bir doğa olayı, bir insanın sözü, bir musibet veya bir nimet... hepsi aslında ilahi bir hatırlatmadır. Bu mesajlar unutulmazsa insanı diriltir; unutulursa insanı zayi eder. Kur’ân’da defalarca geçen "düşünmez misiniz?", "ibret almaz mısınız?", "akletmez misiniz?" ifadeleri de bizi bu ayet diliyle düşünmeye çağırır.
Unutulmamalıdır ki, Kur’ân sadece geçmişte indirilmiş bir kitap değil, bugün hâlâ hayatın içinde okunmaya devam eden diri bir hitaptır.
Bölüm 2: Unutmak İmtihanı - Adem'in Hatırasında
Kur’an’da insanın ilk imtihanı, unutma kavramı etrafında şekillenir. Tâhâ Suresi 115. ayette Rabbimiz şöyle buyurur:
“Andolsun, daha önce Âdem'e emretmiştik; fakat o unuttu. Biz onda bir kararlılık bulamadık.”
Bu ayet, insanın yaratılışındaki unutkanlığı ve zaafları açıkça ortaya koyar. Hz. Âdem’e verilen emir, şeytanın vesvesesiyle unutulmuş ve böylece ilk sınav kaybedilmiştir. Bu olay aslında sadece Hz. Âdem’in değil, bütün insanlığın ortak özelliğini ortaya koyar: Unutmak ve hatırlamak arasında gidip gelen bir kalp ve akıl hali.
Rabbimiz Hz. Âdem’e, "Bu ağaca yaklaşma" demişti. Ancak o vesveseye kapıldı. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Âdem suçu şeytana yüklememiş, kendi hatasını kabullenmiştir. A’râf Suresi 23. ayette bu tevazu şu şekilde dile gelir:
"Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, kesinlikle ziyan edenlerden oluruz."
Bu dua tevbenin özüdür. Unutmak bazen bir nimettir; acılar, travmalar unutularak insan yeniden ayağa kalkabilir. Fakat ayetleri unutmak, yani Allah’ın emirlerini ve uyarılarını görmezden gelmek, ruhsal bir ölümdür. Çünkü ayet hayattır.
Unutmakla ilgili olarak Bakara Suresi 286. ayette de insanın taşıyamayacağı yüklerle sorumlu tutulmadığı vurgulanır. Bu da gösterir ki, unutmak kaderin bir parçasıdır ama hatırlamak iradenin sınavıdır. Allah, hatırlamak isteyenin önünü açar; unutanı ise gaflet içinde bırakır. Nitekim Tâhâ Suresi 124-126. ayetlerde bu durum şöyle açıklanır:
"Kim benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. Der ki: 'Rabbim! Beni neden kör haşrettin? Oysa ben gören biriydim.' Allah buyurur: 'Evet, öyleydi. Sana ayetlerimiz gelmişti de sen onları unutmuştun. İşte bugün sen de böyle unutuluyorsun.'"
Adem’in hikâyesi, insanoğlunun her gün yeniden unuttuğu ve yeniden hatırladığı bir döngüdür. Bu yüzden her sabah bir hatırlayış, her akşam bir tövbe zamanı olabilir. Unutmak imtihandır, hatırlamak ise rahmetin kapısını aralamaktır.
Bölüm 3: Somuttan Soyuta Kaymak
Dünya hayatında somut olan şeyler için uğraşırız: yemek, giysi, barınak, para, kariyer... Bunlar için zaman, emek ve bedel öderiz. Ancak bu somut çabalar arasında çoğu zaman Rabbimizi, ayetleri ve ilahi gerçekliği unuturuz. Oysa her sonucun ardında bir sebep vardır ve o sebep Allah'tır. Rızkı veren, nimetleri nasip eden, öğreten, uyaran O'dur. Ayetleri unutmak, bu sebep-sonuç bağlantısını koparmaktır.
Kur’an, insana verilen nimetleri hatırlatır ve bu nimetlerin kaynağını düşünmeye çağırır. Nahl Suresi 78. ayette şöyle buyrulur:
“Allah, sizi analarınızın karınlarından hiçbir şey bilmez halde çıkardı. Size kulaklar, gözler ve kalpler verdi ki şükredesiniz.”
İnsanın sahip olduğu her şey aslında Allah’tandır. Fakat insan çoğu zaman nimetleri mutlak zanneder ve kaynağını unutup yalnızca nesnelere odaklanır. Kalbin manevi boşluğu da buradan başlar. Bu durum Kehf Suresi 34-36. ayetlerde dünya malıyla övünen bir kişinin diliyle şöyle anlatılır:
“Bunun (malımın) yok olacağını sanmıyorum. Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum. Eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında bundan daha hayırlısını bulurum.”
Bu sözler, insanın Allah’tan bağımsız bir şekilde kendi emeğiyle her şeyi elde ettiğine inanmasının bir yansımasıdır. Ancak gerçek iman sahibi bilir ki, görünürdeki sebeplerin ardında hep bir ilahi takdir, bir irade vardır. Mülk Suresi 15. ayet insanı şöyle uyarır:
“Yeryüzünü sizin için boyun eğdirilmiş halde yaratan O’dur. Öyleyse onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş yalnız O’nadır.”
Bu ayet, her adımda, her lokmada Allah’ı hatırlamayı emreder. İnsan hem maddi hem manevi boyutta bir denge içinde yaşamalıdır. Somut olanla meşgul olurken soyutu, yani Allah’ı, ahireti, kulluğu unutmamalıdır. Unutan, hayatın özünü kaçırır; hatırlayan ise her şeyde Rabbinin izini görür.
Bölüm 4: Ayetlerin Sebep-Sonuç Sistematiği
Ayetler sadece metinsel değil; yaşam içindeki olaylardır da. Bugün yaşadığımız bir olay, geçmişteki bir tercihin sonucudur. Bugün yaptığımız şeyler ise gelecekte karşılaşacağımız durumların sebebidir. Bu döngü ayetlerin sistemidir. Allah, Hızır ve Musa kıssasında bu ilahî planlamayı bize anlatır. Kehf Suresi 60-82. ayetler arasında geçen bu kıssada, görünenin ardında görünmeyeni fark etmenin hikmeti öğretilir.
Örneğin, Hızır’ın bir gemiyi delmesi ilk bakışta zarar gibi görünür. Ancak sonradan öğreniriz ki o gemi zalim bir hükümdar tarafından zorla alınacaktı. Bu olay, görünüşteki olumsuzlukların ardında ilahi koruma mekanizmalarının işlediğini gösterir. Kehf Suresi 79. ayette şöyle buyrulur:
“Gemi, denizde çalışan yoksul kimselere aitti. Onu kusurlu yapmak istedim; çünkü arkalarında her sağlam gemiyi zorla alan bir kral vardı.”
Bu ayet bize gösterir ki, olayların görünen yüzü yanıltıcı olabilir. Sebeplerin ardındaki gerçek anlamı görebilmek için kalbi ve aklı birlikte kullanmak gerekir. İnsanın başına gelen iyi veya kötü her olayda bir ayet gizlidir. Bu yüzden En’âm Suresi 59. ayet şöyle der:
“O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez.”
Her şey bir ilahi planın parçasıdır. İnsan bu düzeni fark ettiğinde, başına gelenleri Allah’ın muradıyla yorumlamaya başlar. Böylece tevekkül, sabır ve teslimiyet derinleşir. Ayetlerle yaşamak demek, her sebebin ve sonucun Allah’la ilişkili olduğunu bilmektir.
Bölüm 5: Mizan - Dengenin Ayetleri
Hayatın her alanında denge, yani mizan esastır. Almakla vermek, çalışmakla dinlenmek, ibadetle dünya işleri arasında denge kurmalıyız. Aile içi ilişkilerde, ticarette, eğitimde, sosyal hayatta mizan korunmazsa israf olur. İsraf sadece ekmeği çöpe atmak değil; zamanı, duyguyu, bedeli, ilişkileri heba etmektir. Fen lisesi uğruna aile bağını zedeleyen bir çocuk da mizanı bozmuştur.
Kur’an’da mizan kavramı doğrudan zikredilir. Rahmân Suresi 7-9. ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurur:
“Göğü O yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.”
Bu ayetler bize sadece ticarette değil, tüm insanî ilişkilerde, ahlaki ölçülerde ve kararlarımızda dengeyi korumamız gerektiğini bildirir. Mizan bozulduğunda adalet kaybolur. Adaletin kaybolduğu yerde ise israf, zulüm ve kaos başlar.
İnsanın iç dünyasında da bir mizan vardır. Aklın, kalbin, nefsin ve ruhun dengede olması gerekir. Aksi takdirde kişi ya tamamen dünyevileşir ya da tamamen içe kapanır. Kur’an’ın birçok yerinde bu içsel dengeyi sağlamak için zikre, sabra, infaka ve şükre teşvik edilir.
Ayrıca Şûrâ Suresi 17. ayette mizan şu şekilde geçer:
“Allah, hak ile kitabı ve mizanı indirdi.”
Bu ifade Kur’an’ın temel amacının da aslında insanlara adaleti ve dengeyi öğretmek olduğunu gösterir. Dolayısıyla Kur’an’la kurulan ilişki sadece bir ibadet değil, bir denge eğitimidir.
Mizanı kaybeden bir toplumda zengin daha zengin, fakir daha fakir olur. Aileler dağılır, kalpler katılaşır. Bu nedenle hayatın her alanında mizanı gözetmek, ayetlerin ruhunu yaşamak demektir.
Bölüm 6: İsraf ve Haddi Aşmak
Kur'an'da Rabbimiz "hududu aşanlar", "israf edenler" için uyarılarda bulunur. Eğer sebep ve sonuçları Allah ile ilişkilendirmezsek, "ben başardım" dersek, o zaman biz de ayetleri israf etmiş oluruz. İsraf sadece malda değil, duygu, ilişki ve zamandadır. Evlilikte taraflardan birinin baskın, diğerinin edilgen olması da bir israftır. Haddi aşmak sınır bilmemektir; sınır ise rahmettir.
İsraf kavramı Kur’an’da hem bireysel hem toplumsal düzeyde ele alınır. A'râf Suresi 31. ayette Rabbimiz şöyle buyurur:
"Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."
Bu ayet, temel ihtiyaçlarımızı karşılamanın meşru olduğunu, ancak aşırılığın Allah katında hoş karşılanmadığını ifade eder. İsraf sadece fazladan tüketmek değil, amacı dışına taşmak, sınırı aşmak demektir. Kur’an’da "müsrîfûn" (israf edenler) sıklıkla sapkınlıkla ilişkilendirilmiştir.
En'âm Suresi 141. ayette de şu vurgu yapılır:
"Yiyin onların ürününden, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."
Bu ayet tarım ürünleri üzerinden verilse de, geniş anlamda insanın sahip olduğu tüm kaynaklar için geçerlidir: zaman, enerji, sevgi, dikkat, bilgi...
İsraf aynı zamanda kibirle de ilişkilidir. Kasas Suresi 77. ayet şöyle der:
"Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya çalış; dünyadan da nasibini unutma. Allah sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk yapma. Şüphesiz Allah, bozguncuları sevmez."
Bu ayet dengeli yaşam çağrısıdır. Ahiret için çalışmak, dünyayı ihmal etmek değildir. Fakat dünya için yaşayıp ahireti unutmak da felakettir. İşte bu da israfın bir biçimidir. Ayetleri unutmak, zamanı gafletle geçirmek, ilişkilere zulüm karıştırmak da manevî israftır.
Sonuç olarak, israf sınırı aşmak, ölçüyü kaçırmak demektir. Her nimetin bir hesabı, her davranışın bir mizanı vardır. Bu nedenle Kur’an müminleri sürekli "ölçülü olmaya" ve "aşırıya kaçmamaya" çağırır. Çünkü denge, Allah’ın yeryüzünde kurduğu en temel düzendir.
Bölüm 7: Zikir - Hatırlamak ve Kalbe Bağlamak
Zikir sadece "sübhanallah" demek değil, Allah'ın ayetlerini unutmamak demektir. Her an, her olayda Allah'ı hatırlamak gerekir. Güneşe baktığında Allah’ın Nur ismini, rüzgar estiğinde Kadir ismini, bir sarılışta Vedûd ismini anmak... İşte gerçek zikir budur. Kalpte ve akılda yer edinmeyen zikir, sözde kalır ve fayda vermez. Zikirle hayat dirilir; çünkü zikir, gafletin ilacıdır.
Kur’an, zikir konusunda birçok ayetle uyarır ve teşvik eder. Ahzâb Suresi 41-42. ayetlerde şöyle buyrulur:
"Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin."
Zikir, unutmayı önlemenin bir yoludur. Allah’ın adıyla başlayan her iş bereketlenir. Zikir, aynı zamanda kalbi teskin eder. Rad Suresi 28. ayet bu gerçeği şöyle açıklar:
"Onlar, iman edenlerdir ve kalpleri Allah’ı anmakla huzur bulur. Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur."
Zikir hem bireysel bir koruyucu kalkandır hem de toplumsal bir bilinç tazelemesidir. Sürekli hatırlayan bir toplum israf etmez, zulmetmez, kibirlenmez. Çünkü her davranışını Allah’ın murakabesi altında bilir.
Zikir kelimesi aynı zamanda Kur’an’ın kendisi için de kullanılır. Sad Suresi 1. ayette Kur’an’a "zikr" denir:
"Sad. Zikir (öğüt) dolu Kur’an’a andolsun."
Bu da gösteriyor ki, Kur’an okumak da bir zikirdir. Kur’an’ı okurken sadece ses çıkarmak değil, içeriğini tefekkür etmek, hayatla bağ kurmak esastır. Gerçek zikir, Allah’ın ayetlerini hem dilde hem kalpte taşımaktır.
Sonuç olarak zikir, kalbi Allah’a bağlayan, gafleti dağıtan, hayatı anlamlandıran bir eylemdir. Zikirle yaşayan bir kalp, unutmaz. Unutmadığı için de kendini, Rabbini ve hakikati her daim diri tutar.
Bölüm 8: Modern Dünya ve Batılın İnşası
Modern dünya sistemleri nefsi besleyen, hırsı tahrik eden, mizanı bozan bir yapı kurmuştur. Eğitimde, ticarette, ailede, iletişimde hakikat değil görünüş ön plandadır. Bu da insanları sübjektif, dengesiz, müthiş bir boşluk içine sokar. Dıştan güzel görünse de içi bomboş hayatlar doludur. Sosyal medya sahte mutluluk vitrinidir; tıpkı Firavun’un halkını büyüyle etkilemesi gibi.
Kur’an, insanın hakikatten sapmasını ve bu sapmayı süsleyerek meşrulaştırmasını "batılın hak gibi gösterilmesi" olarak tarif eder. En’âm Suresi 112. ayette şöyle buyrulur:
"Biz böylece her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Onlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiralarıyla baş başa bırak."
Modern propaganda, reklam ve medya araçları da bu "yaldızlı sözler"le hakikati örtmenin araçları hâline gelmiştir. Sürekli daha çok tüketmeyi, daha güzel görünmeyi, daha güçlü olmayı pompalayan bu sistem, insanı özünden uzaklaştırır.
Furkan Suresi 43. ayet, modern bireyin ruh hâlini tarif eder:
"Hevesini ilah edinen kimseyi gördün mü?"
Bugünün insanı arzularının peşinde koşarken, nefsini ilahlaştırmakta; kendi çıkarlarını mutlaklaştırmakta ve Allah’ı unutmaktadır. Bu da gerçek anlamda bir ayet israfıdır.
Zümer Suresi 23. ayette Kur’an’ın etkileyiciliği şu şekilde tasvir edilir:
"Allah, sözün en güzelini, benzerliklerle anlatılan bir kitabı indirdi. Rablerinden korkanların bu kitaptan tüyleri ürperir. Sonra bedenleri ve kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar. İşte bu, Allah’ın rehberidir; onunla dilediğini doğru yola iletir."
Bu ayet gösteriyor ki, kalbi hakikate açık olanlar, Kur’an’dan etkilenir. Modern dünyanın gürültüsünden sıyrılıp Kur’an’a yönelen kişi, yeniden hakikati duyabilir. Çünkü Kur’an batılı deşifre eder, kalbi silkeler ve kişiyi yeniden mizanla buluşturur.
Sonuç olarak, batıl sistemlerin süslediği sahte mutluluklara karşı hakikati ayırt etmek ancak Kur’an’ın rehberliğiyle mümkündür. Aksi hâlde, insan suretinde yaşayıp ruhen köleleşen bir nesil ortaya çıkar.
Bölüm 9: Kul Olmak - Mâlik Kim?
Bu dünyada bugün istediklerimizi seçebiliriz. Kendi kararlarımızı verir, kendi irademizle yaşarız. Bir anlamda malik gibi davranabiliriz. Fakat ahirette Mâlik sadece Allah’tır. Fatiha Suresi’nde geçen “Mâliki yevmiddîn” ifadesi, bu hakikati her gün bize hatırlatır:
"Din gününün (hesap gününün) sahibi Allah’tır."
Bu ayet, dünya hayatında serbest bırakılmış gibi görünen insanın, aslında bir hesap gününe doğru yürüdüğünü bildirir. Bugünün seçimleri, yarının hesap defterine yazılmaktadır. Bu nedenle kul olmak, sadece emir almak değil; aynı zamanda sorumluluk bilincidir.
Kul, sahibini tanıyan kişidir. Mâlik’i tanımayan kişi, hevesini ilah edinir. Bu da modern çağın en büyük tuzağıdır. Casiye Suresi 23. ayette şöyle buyrulur:
"Hevesini ilah edineni gördün mü? Allah onu bilerek saptırmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözüne de perde çekmiştir. Allah’tan sonra onu kim doğru yola iletebilir? Hâlâ ibret almaz mısınız?"
Kul olma bilinci, insanı hem bugünün hem yarının ayetleriyle bağ kurmaya zorlar. Kul, Allah’tan başkasının önünde eğilmez. İnsanlara yaranmaya çalışmaz, Rabbinin rızasını gözetir. Bu duruş, kişiyi hem özgür hem de sorumlu yapar.
Zariyat Suresi 56. ayet de insanın yaratılış gayesini net şekilde ortaya koyar:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."
Kul olmak, hayatı anlamlandırmanın anahtarıdır. Malik kim sorusu, aslında kim için yaşıyorum sorusuyla eşdeğerdir. Bu sorunun cevabı hayatın yönünü belirler. Eğer kişi kendi hevasını malik ilan ederse, hayatı da karışır. Eğer Allah’ı malik kabul ederse, o zaman tüm ayetler anlam kazanır.
Sonuç olarak, dünyada irademizle hareket ederken malik gibi davranabiliriz; fakat sonunda hepimiz, mutlak Malik olan Allah’a döneceğiz. Kul olmak ise bu dönüşe hazırlanmak demektir.
Bölüm 10: Ticaret, Aile ve Sosyal İlişkilerde Mizan
Müşteri ilah edinilirse ticaret çarpıklaşır. Eğer karşı taraf sizi Allah'tan bağımsız görüyorsa, "ne dersem yapar" mantığıyla yaklaşıyorsa orada mizan bozulmuştur. Ailede de aynı. Kadın ya da erkek, üstünlüğü eline geçirirse denge bozulur. Çocuk-ebeveyn ilişkisinde bile bu geçerlidir. Zulüme dönüşen bir terbiye anlayışı israftır.
Kur’an’da sosyal ilişkilerdeki dengeye özellikle vurgu yapılır. Nisa Suresi 135. ayette adaletin korunması konusunda şu emir vardır:
"Ey iman edenler! Kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhine de olsa Allah için şahitlik ederek adaleti ayakta tutan kimseler olun."
Bu ayet, mizanın sadece sözde değil, fiilde ve duruşta da korunması gerektiğini ifade eder. Ailede, iş yerinde, toplumda hak ve adaletin gözetilmesi, Kur’anî bir zorunluluktur.
Hud Suresi 85. ayette ölçüde dürüstlük şöyle emredilir:
"Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın, insanlara eşyalarını eksik vermeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yapmayın."
Bu ayet, sadece fiziksel ticaretle değil; ilişkisel adaletle de ilgilidir. İlişkilerde hak gözetmeyen kişi, yeryüzünde bozgunculuk yapar. Aile içindeki dengesizlik de bir tür fitnedir. Allah her kuluna bir sorumluluk vermiştir. Kadına da, erkeğe de, evlada da, ebeveyne de...
Bu nedenle Bakara Suresi 286. ayette "her nefis ancak gücünün yettiği kadar sorumlu tutulur" buyurularak, tarafların mizanı gözeterek hareket etmeleri gerektiği bildirilmiştir.
Toplumda herkesin hakkını gözetmek, ailede herkesin söz hakkına saygı göstermek, ticarette karşı tarafı kandırmamak... bunların hepsi mizanı korumaktır. Ayetlerle yaşamak, adaleti sadece mahkemeye bırakmak değil; her davranışta adil olmaya çalışmaktır.
Bölüm 11: Tövbe ve Merhamet Kapısı
Rabbimiz çok merhametlidir. Düşsek bile, yanlış yapsak bile, israf etsek bile geri dönersek, samimi bir tövbe ile önceki bedellerimiz bile boşa gitmez. Allah hataları affeder, kayıpları telafi eder. "Geç kaldım" deme; Allah sana vakti geldikçe verir. Yeter ki hakikati iste.
Kur’an’da tövbe edenler için kapı her zaman açıktır. Zümer Suresi 53. ayet bu konuda müminlere büyük bir umut kaynağıdır:
"De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."
Bu ayet, hiçbir günahın Allah’ın rahmetinden büyük olmadığını bildirir. Tövbe, sadece pişmanlık değil; bir yön değişikliğidir. Kalbin, aklın ve eylemlerin Allah’a yönelmesidir.
Tahrim Suresi 8. ayette de "nasuh tövbesi" şöyle geçer:
"Ey iman edenler! Allah’a samimi bir tövbe ile dönün. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar."
Samimi tövbe (tevbeten nasûhâ), sadece dudakla değil, kalple, davranışla ve ısrardan vazgeçerek yapılan dönüşü ifade eder. Bu da Allah’ın kullarına verdiği büyük bir ikramdır.
Ayrıca Nisa Suresi 17. ayet, tövbenin kabul şartlarına dikkat çeker:
"Tövbe, ancak cehaletle günah işleyip sonra hemen tövbe edenler içindir. İşte Allah, onların tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."
Günah işleyip sonra farkına varmak ve hemen dönüş yapmak, Allah’ın kabul ettiği tövbenin özüdür. Geç kalmadan yapılan tövbe, kulun yeniden dirilişi gibidir.
Sonuç olarak, tövbe ve merhamet kapısı her zaman açıktır. Allah affetmek için fırsat arar. Yeter ki insan, ayetleri hatırlayıp Rabbine yönelmeyi seçsin. Çünkü Allah, kullarının tövbesine her zaman karşılık verendir.
Bölüm 12: Gerçeği Seçmek - Sınavı Kabul Etmek
Allah'a iman, bir beyanla başlar ama şartları vardır. "İman ettim" diyen, sınavı da kabul etmiş olur. Bu sınavdan kaçışanlar, bazen dünyada rahata kavuşsa da ahirette toptan hesapla karşılaşır. Ara sınavdan kaçan, genel sınavda çakılır. Bu hayatın zorluğu, ahiret rahmeti için fırsattır.
Kur’an’da, imanın sadece sözle değil, davranışla ispatlanması gerektiği birçok kez vurgulanır. Ankebut Suresi 2-3. ayetlerde şöyle buyrulur:
"İnsanlar, sadece 'İman ettik' demeleriyle sınanmayacaklarını mı sandılar? Andolsun ki, onlardan öncekileri sınadık; elbette Allah doğru olanları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır."
Bu ayet, imanın beyan değil, ispat gerektirdiğini açıkça gösterir. Gerçeği seçmek demek, zorluğu da kabul etmektir. Çünkü hakikat kolay bir yol vadetmez; ama anlamlı bir yol sunar.
Bakara Suresi 214. ayet de bu gerçeği şöyle hatırlatır:
"Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntılar ve zorluklar dokundu ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler, 'Allah’ın yardımı ne zaman?' diyecek duruma geldiler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır."
Zorluklar, müminin imtihanıdır. İmtihanı kabul etmek, aynı zamanda Allah’a güvenmektir. Sabırla, dua ile ve tevekkülle ilerlemek, müminin yoludur.
Al-i İmran Suresi 139. ayet ise umut ve dayanıklılığın mümin karakteri olduğunu ifade eder:
"Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer iman etmişseniz, en üstün olan sizsiniz."
İmanla sınanan kişi bilir ki bu dünya fani, esas hayat ahirettir. Bu nedenle zorluklar geri adım sebebi değil, gerçeğe daha da sıkı sarılma vesilesi olmalıdır.
Sonuç olarak, iman bir iddia değil, bir seçimdir. Ve bu seçim, zorluklarla sınanır. Gerçeği seçmek, sınavı kabul etmektir. Sınavı kabul edenler, Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşırlar. Çünkü Allah vaadinde sadıktır ve sabredenlerle beraberdir.
Sonuç: Ayetlerle Yaşamak, Unutmamak
Kur’an’ın çağrısı sadece 7. yüzyıldaki Arap toplumuna değil, tüm çağların insanlarına yöneliktir. Çünkü ayet, zamanın ve mekânın ötesinden gelen bir işarettir. Her dönemin imtihanı farklıdır ama özde aynıdır: Unutmak ve hatırlamak arasında yaşarız. Kimi nimetle, kimi musibetle; kimi sevinçle, kimi hüzünle hatırlatılır.
Kur’an bize her gün yeni bir soru sorar: "Bugün hangi ayeti yaşadın?"
Bu kitapta incelediğimiz her bölüm, aslında birer yaşam pusulasıdır. Ayetleri yalnızca metin olarak değil, hayatın işleyen gerçekliği olarak görmek gerekir.
Adem’in unutması bizim sınavımızdır.
Hızır’ın sabrını anlamak, olaylara bakışımızı şekillendirir.
Mizanın bozulması, hayatı karmaşaya sürükler.
Tövbe kapısı, bize her gün yeniden başlama gücü verir.
Gerçek şu ki, unutan kaybeder. Ama hatırlayan dirilir. Ayetlerle yaşayan kişi, Allah’la yaşar. Onun koruması, rehberliği, rahmeti ve nuruyla...
"Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmaya vesile arayın." (Maide 35)
Unutma, seni Rabbinden uzaklaştırmasın.
Hatırla ki: Allah, seni her an hatırlıyor.
----------------------
Hazırlayan: Yakup Çağlar 06.05.2025 Canlı Yayın Dersi Temel Alınarak Chatgpt tarafından Derlenmiştir.
Not: Bu e-kitapta yer alan tüm ayetler Diyanet meali esas alınarak sunulmuştur.
Yorumlar